ÖZGÜVENLİ OLMAK, ÖZGÜVENLİ ÇOCUK YETİŞTİRMEK-Nurdoğan ARKIŞ

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; özgüven her yaşta geliştirilebilen ya da geriletilebilen bir özelliktir.

Çocuklar muhteşem bir özgüven ile doğuyorlar, ama bazı ebeveyn ve öğretmenler farkında olmadan çocukların özgüvenini kırıyorlar.

Bir insanın kendi kararlarını alabilmesinin, kendi ayakları üzerinde durabilmesinin, kendi sorunlarını kendisinin çözebilmesinin, hedef koymasının ve bu hedef doğrultusunda ilerlemesinin ne kadar önemli olduğu çok açıktır. Dolayısı ile ebeveynler, çocuklarının bu yanlarını geliştirmeyi en az onların bir sınavda başarılı olmaları kadar (hatta daha çok) önemsemelidirler.

Bir bayan yakınım anlatmıştı:

Beş yıldızlı bir tatil köyüne gitmiş. Havuz kenarına şezlongunu çekmiş, kitabını, kahvesini almış tam keyif çatacakken, poposunda beziyle havuzun kenarında pati pati dolaşan, küçücük bir çocuk görmüş. Bu ecnebi çocuğun annesi babası da havuzun kenarında imiş, kendi kitaplarına dalmışlar, arada bir de çocuklarına bakıyorlarmış. Arkadaşım, bir anda tüm keyfim kaçtı, çocuğa bakmaktan kendimi alamıyordum, dedi. Çocuk havuzun ıslak kenarlarında dolaşıyor, etrafından yetişkinler geçiyor, onların arasında yalpalayarak dolaşıyormuş. “Çok rahatsız oldum, çocuk düştü düşecek bir durumdaydı, ama annesi babası onu sadece izliyor bir şey yapmıyorlardı. Gözümü çocuktan alamadım, endişe ile ne zaman düşeceğini gözlemeye başladım…”. Hatta bu yabancı anne babanın çocuklarına yeteri kadar önemi vermediklerini, “iyi anne baba olmadıklarını” düşünüyormuş.

Bir an bu annemizin kendi çocuğu olsa idi ne yapacağını tahmin etmeye çalışalım. Muhtemelen, anne çocuğunu böyle bir havuzun kenarında “başıboş” bırakmayacaktı. Peşinden koşacak, çocuğu takip edecek ve çocuğun izinden ayrılmayacaktı. Bu durumda aslında anne de tatilini gerçekten yapmış olmayacaktı.

Bir seminerde bunu anlatırken, katılımcılardan biri “hocam” dedi “en iyisi havuzun oraya puseti de indirmek, pusete bağladın mı çocuk kımıldayamaz, rahat edersin” demişti.

Derken, o çocuk gerçekten de düşmüş. Benim arkadaşım yerinden fırladığı gibi, çocuğu kaldırıp, kucağına alıp, dizlerini temizleyip, anne ile babaya çocuğu götürüp vermiş. “Şöyle biraz ters ters baktım ki annelik nasıl yapılır anlasınlar” diye sözlerini bitirdi.

Yere düşen bir çocuk normal koşullarda nasıl davranır? Bir çocuk yere düşünce, kendi çabası ile kalkmaya çalışır. Biraz uğraşır, ama sonunda kalkar ve kaldığı yerden yürüyüşüne devam eder. Bu çocuklar şunu öğrenirler; ben bir hedefe doğru ilerlerken, bazen engeller, aksaklıklar, takılmalar olur, olabilir. Ama ben kendi başıma bunların üstesinden gelebilirim. Ben zor durumlarla, sorunlarla mücadele edebilecek güce sahibim. Bu sorunları çözebilirim. Düşsem de kalkabilirim ve yoluma devam edebilirim. Bunlar hayatta olabilecek şeyler ve normal.

Böyle bir çocuk hedeflerini bilen, o uğurda mücadele eden, sorunlarını çözmek için çabalayan, girişimlerde bulunan, hedefinden vazgeçmeyen, yılmayan, mücadele eden biri olacaktır.

Biz çocuklarımızı düştükleri yerden kaldırıp onu “güvenli” bir yere alırken iki şeyi yapıyoruz;

  1. Onun o an için koyduğu hedefinden vazgeçmesini sağlıyoruz, dolayısı ile çocuğa hedef koymamasını öğretiyoruz,
  2. Onun kendi başına ayağa kalkmasına müsaade etmediğimizden mücadele etme ve kendi problemlerini çözme yeteneklerinin gelişmesine izin vermemiş oluruz.

 

O nedenle, anne babalardan ve öğretmenlerden ricam şu; çocukların sorunlarını siz çözmeyin. Bırakın kendileri çözsünler.

Bir okulun öğretmenler odasındaydım. Öğretmen arkadaşım, "Hocam tam gününde geldiniz, bizim beş tane çocuğumuzun da dahil olduğu uluslararası bir iletişim ortamı var. Çocuklar diğer ülkelerin çocukları ile internet üzerinden konuşuyorlar, böylece İngilizceleri gelişiyor" dedi. Ben de izlemeye başladım. Önce bilgisayar kuruldu, sonra da beş tane çocuk içeri girdi. Çocukların heyecanı hem derilerinin renginden hem de el ve vücut hareketlerinden görülebiliyorlardı. Başlarındaki İngilizce öğretmeni: “Hadi bakalım korkacak bir şey yok, ben buradayım, size destek olacağım, korkmayın. Sıkışınca bana bakacaksınız, ben sizi yönlendiririm” dedi.

Gerçekten de bilgisayarın arkasına geçti. Bir öğretmen gerekli ayarları yaparken (çocukların yardım etmesi, ya da kendi başlarına yapmaları hiç düşünülmemişti bile), çocukların beşinin de gözleri İngilizce Hocasındaydı. Birazdan bağlantı kuruldu. Ben (galiba Hollandalı olan) yabancı çocukların seslerini duyuyordum. Neşeli ve çocukça seslerle “merhaba, merhaba arkadaşlar, merhaba Türkiye…) gibi laflar ediyorlardı. Bizim çocuklar hocalarından gözlerini ayıramıyor ve susuyorlardı. Hoca “hello” deyip elini salladı, çocuklar da aynısını yaptı ve gene hocalarına baktılar…

Bu çocuklar belki İngilizce öğrenebilirler (ancak, emin olun ki öğrenmeleri normalden çok daha uzun sürecektir). Ama peki kişilikleri ne yönde gelişecektir? Birilerine bağımlı insan olarak yetişmeyecekler midir? Kendi kararlarını, seçimlerini yapmayı öğrenmiş olacaklar mıdır? Hangi kelimenin, hangi cümlenin ne zaman, ne şekilde kullanılması gerektiğini gerçekten öğrenecekler midir? Hangi çocuklar daha yaratıcı, daha iyi problem çözen, daha çok kendine güvenen insanlar olarak topluma katılacaklardır?

Bilerek ya da bilmeyerek birçok iletişim anında çocuklarımıza “özgüven”leri ile ilgili mesaj veriyoruz. Bunun farkında olarak ana-babalık yapmak, bunu önemseyen bir öğretmen olmak, çocuklarımız ve toplumumuz için derslerden çok daha büyük önem taşıyor. Sosyoloji ve psikolojideki son dönem çalışmaları bunun ne kadar önemli olduğunu hemen her gün önümüze koyuyorlar.

 

Çocuklarınızın problemlerini çözmeyin, bırakın onlar çözsünler.

Paylaş:

Duyuru Fotoğrafları