Danışmanlarımızdan

Özgüven en temel insan gereksinimlerinden biri… Belki de birincisi… Çünkü özgüven hayattaki seçimlerimizi belirleyen en önemli unsur... İdeallerimizi ne büyüklükte seçeceğimizi, hedeflerimizi nasıl belirleyeceğimizi en çok özgüven etkiliyor. Problem çözme becerimizin, yaratıcılığımızın, icatlar, keşifler yapmamızın temelindeki en önemli kaynak özgüven. Yani özgüvensiz bir birey bu saydıklarımın hepsinde büyük aksaklıklar yaşayacaktır.

Peki o zaman, özgüven ne demek? Özgüven; bir insanın içinde bulunduğu ortamdan bağımsız olarak,

  1. Kendine duyduğu saygı,
  2. Kendi potansiyelinin farkındalığı,
  3. Bilme, seçme ve harekete geçme konularındaki becerileri ve kararlılığı,
  4. Bu eylemleri sonucunda ortaya çıkacaklar hakkında sorumluluk üstlenme düzeyi,
  5. Çevreyi değiştirme çabası

gibi konulardaki kendine yönelik algılarının toplamıdır (bu tarifin ayrıntılarını benim Mümkün adlı kitabımın 90-94 sayfaları arasında bulabilirsiniz). Dikkat edersek bizim gündelik hayatta “özgüvenli” diye tanımladığımız insanlar bu tanıma uyarlar: Kendi kararlarını alabilen, hedefleri olan, açık sözlü, hatasını sevabını kabul etmekte zorlanmayan, girişken, çevresini etkileyen, sorunların üstesinden gelen insanlara özgüven sahibi diyoruz. Yukarıdaki tanım da bunları anlatıyor işte…

Sanırım, hepimiz hem kendimizin hem de çocuklarımızın, öğrencilerimizin özgüven sahibi olmasını isteriz. Peki, bu özellik nasıl ortaya çıkıyor, nasıl geliştirilebilir? Önümüzdeki birkaç yazıda bunları ele almaya çabalayacağım.

Özgüvenim Var mı? Varsa Ne Kadar Özgüven Sahibi Biriyim?

Evet, özgüven herkeste doğuştan gelen bir özelliktir. Üstelik her dünyaya gelen insanda özgüven en yüksek düzeydedir.

Çocuklar, çevrelerinden etkileninceye kadar, hiçbir şeyden korkmazlar; karanlıktan, yılandan, fareden, yüksekten, yabancı insanlardan, ateşten, karmaşık konulardan… bunların hiçbirinden korkmazlar. Aslında korku, öyle gözüküyor ki, doğuştan getirdiğimiz bir özellik de değil. Doğuştan kendimizi koruma güdüsüyle dünyaya geliyoruz, bu tedbirliliğimizi korkma düzeyine taşımamız sonra ortaya çıkıyor (dileyenler bu konuda Mümkün adlı kitabımın Beşinci Bölüm’üne (İçsel Gücü Kullanmak) bakabilirler). Yani çocuklar korkusuz olarak dünyaya geliyorlar. Yani adeta içlerindeki bir ses “ben her yere gidebilir, her şeyin üstesinden gelebilirim” diyor…

Öte yandan her çocuk konuşmayı öğrenmeye başladığında mutlaka şu üç soruyu soruyor: Bu ne? Neden? Ve Nasıl? Bir insan soru soruyorsa bu ne anlama gelir? En basitinden “ben bu konunun cevabını anlayabilirim, öğrenebilirim, kafam ve zekam bunu anlamaya yeterlidir” demiş olmuyor mu? Her çocuk, kendisinin her konuyu anlayabileceğine, bilebileceğine inanır. Yani öğrenme konusunda da kendisine güveni tamdır. Bir eksikliği yoktur. Üstelik hiçbir çocuk “ben sözelciyim, sayısalı anlamam, kafam basmaz” diyerek de dünyaya gelmiyor, ama bizim ailelerimiz, okullarımız, öğretmenlerimiz ve eğitim sistemimiz sanki böyle gerçek ve mutlak bir ayrım varmış gibi çocukları sınırlandırıyor…

Hedefi olmayan, ideali olmayan bir tane çocuk bulamazsınız. Üstelik koydukları hedefler de (kendi boyutlarına ve algılarına göre) son derece yüksek ve büyüktür. Her çocuk daha emekleme aşamasında sandalyeye çıkmaya çabalar. Her çocuk, merak ettiği bir şeyi bulabilmek için kendi başına yüksek yerlere (büfenin tepesi, koltuğun üstü, dolabın üstü) tırmanır, tırmanmak ister. Büyüklerin yaptığı uğraşlara hemen girişir, onlar gibi davranabileceğine yürekten inanır.

Yani tüm çocuklar özgüven sahibidir ve biz kendimiz de doğduğumuzda son derece yüksek bir özgüven duyuyorduk kendimize…

Özgüvenimizi Nasıl Kaybediyoruz?

Şehirlerarası yolculukta önümdeki koltuğa bir anne ve üç yaş civarındaki kızı oturdular. Anne cam kenarındaydı, kız koridor tarafında oturuyordu.

Otobüs giderken, kız koridorun ilerisindeki bir şeye bir süre baktı ve bir dakika kadar sonra da koridora adımını attı…

Olayın devamını anlatacağım, ama önce bu davranışın anlamını çözümleyelim: Bu çocuk belli ki ilerideki bir şeyi merak etti (diyelim ki vites kolu olsun). Yani “aaa şu ne acaba?” diye sordu ve bu sorusunun cevabını almak için harekete geçti (koridora adım attı). Yani çocuk arabanın hareket etmesine bakmadan, ortamda bir sürü yabancı olmasını önemsemeden, vitesi daha önce hiç görmemiş olmasına önem vermeksizin “hadi gideyim de şu bilmediğim şey neymiş onu anlayayım, öğreneyim” dedi. Ve bunu kendi başına yapmaya karar verdi (yani annesine sormadı, ya da anne beni oraya götür, demedi). Yani kendi hedefini koydu, bu hedefe gitmek için harekete geçti, sorumluluğunu aldı, mücadeleye başladı. Bunu yaparken kendisinin bu hedefe ulaşabileceğine yüzde yüz inanıyordu.

Tam koridora adımını attığında, annesi çocuğun koluna yapıştı ve koltuğa çekerek “otur şuraya” dedi. Çocuk bir an şaşaladı, ama anne çok sıkı tutuyordu ve oturdu. Ama aklı da o hedefte kaldı. Gene ileri baktı ve gene adımını koridora attı. Yani, çocuk vazgeçmedi, hedefine ulaşmak için adımlar atmaya hazırdı, kendisinin davranışını uygun bulmayan biri olmasına rağmen girişimine devam edecek kadar hedefine sadıktı, kararlıydı.

Anne tekrar kızın koluna yapıştı; “otur şuraya düşeceksin” dedi. Anne çocuğa farkında olmadan “böyle şeyler yaparsan düşersin, önemli olan hedefin değil, düşüp düşmediğin, hedefine varmaktan, uğraşmaktan vazgeç düşmemeye çalış” diyordu. Çocuk gene oturdu, ama gene şaşkındı. İki dakika sonra gene koridora adım attı. Uzatmayayım, aslında bir iki ayrıntı daha var... Anne gene koluna yapıştı ve “eee ama çok oldun sen, geç bakayım şu tarafa” diyerek çocuğu cam kenarına aldı, kendi koridor tarafına oturdu.

Çocuk birkaç kez daha ön tarafa (hedefine) göz attı. Ama baktı ki artık o tarafa hamle etme şansı yok, vazgeçti ve camdan geçip giden hayatı seyretmeye başladı, elinde yapacak tek bu kalmıştı…

Bir çocuk küçüklüğünde birçok kez böyle durumlarla karşılaşırsa neyi öğrenir? Hedef koymanın gereksiz ve belki de imkansız olduğunu, koysa bile birilerinin kendini engelleyeceğini, hedeften çok oturmanın, bir sakarlık yapmamanın önemli olduğunu, yani hedef koyamayacağını, hedefine ulaşamayacağını öğrenmez mi?

İşte böyle böyle özgüvenlerimiz kırılmıştı, biz de çocuklarımızın ve çevremizdekilerin özgüvenlerini kırıyoruz.

Özgüven herkeste eşit olarak vardır. Her zaman kaybedilebilir ve her zaman geliştirilebilir. İnsanın özgüven düzeyi sabit değildir, değişebilir. Yeter ki doğru adımları atalım.